Değiştirilemez maddeler etrafında sürdürülen tartışmalara bakıyorum ve ister istemez çoklu kişilik/benlik bölünmesi aklıma geliyor. Birbiriyle bağdaşmayan, birbirini dışlayan en az iki farklı benlik/kişilik/kimlik tercihi bir anayasada normatif bir güce kavuşturulmuşsa ve bunlar da dokunulmazlık zırhına büründürülmüşse, tartışmamak mümkün değil. Ama en trajik olanı tartışmalardan herhangi bir sonuç almanın mümkün olmaması. Çünkü temelde biri ötekinden bağımsız addedilebilecek benlikler söz konusu ve her biri başka bir gerçeklik iddiasındadır.
Anayasanın değiştirilemez maddelerinden Cumhuriyetin niteliklerine bakalım. Orada devlet insan haklarına “saygılı”, Atatürk milliyetçiliğine “bağlı”, başlangıçta belirlenen temel ilkelere “dayanan” bir cumhuriyet olarak tanımlanmaktadır. Kabul edelim ki, “dayanan” sıfatı “bağlı” sıfatından ve her ikisi de “saygılı” sıfatından daha güçlü. O kadar ki, dayanak çekilince devlet çöker, ancak saygılı olmazsa devletin varoluşuna dair bir eksiklik ortaya çıkmıyor. Yine “demokratik” ve “hukuk” sıfatları da varoluşsal bir ilişkide konumlandırılmamış. Konu değiştirilemez maddeler olunca, kelime, sıfat, bağlaç, nokta veya virgül seçiminin rastgele veya tesadüfi olduğunu kimse iddia etmesin.
Demokrasi, insan hakları, hukuk devleti bir yandan, etnik vurgu, şoven, militer, kutsallaştırılmış-tarihselleştirilmiş ideolojik kabuller ve katı merkeziyetçi siyasal ve idari düzen diğer yandan. Biri ötekini dışlar. Dışlamaz denecekse de, çoklu benlikle muzdarip kişilerde bu çokluk nasıl bir arada bulunuyorsa ancak öyle bir bir aradalıktan söz etmek mümkün.
Anayasa tarihimizde değiştirilemezlikle bugüne kadar ne korundu? Değiştirilemezlik içindeki sembolik vurgulardan hangileri etkili oldu? Hangileri için olağanüstü hal ilan edildi, hangileri için darbe yapıldı, hangileri toplumsal fay hatlarının temel gündemi oldu? Bunlar arasında hangisine veya hangilerine dair kaybetme korkusu yaşadık?
Hiç “demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü” ilke ve değerlerini kaybetme korkusu, toplumsal paranoya yaşadık mı? Demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü için bir kitlesel eylem, bir kamusal politika hareketliliği hatırlıyor muyuz? Hayır!
İki ihtimal var: Ya demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğüne dair bu ülkede bir tehdit bulunmamakta, bu değerler içselleştirilmiş vaziyette ve bundan eminiz. Ya da gerçekte bunlar bizim içim temel değerler olmadı hiç bir zaman. Bana ikincisi doğru gibi geliyor. Ya da iki çatışan benlikten birincisi çok baskın, öteki ise “tehdit algısının olmadığı” seyrek zamanlarda görünür olabiliyor.
Bu nedenle dürüstçe konuşmak gerekirse, değiştiremezlik “demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğü” ilkelerini korumak için oraya konmadı. Böyle bir işlevi olmadı, bunu anayasayı yapanlar da, savunanlar da, saldıranlar da biliyor.
Akla “peki ya laiklik?” sorusu gelebilir haklı olarak. Laiklik demokrasinin olmazsa olmaz bileşeni ve eşit özgürlük ve eşdeğerliliğin garantisi olduğu gibi, ki bu özelliği laikliğin tarihsel ve demokratik misyonuna daha uygundur, ideolojik, şoven ve etnik merkezci bir toplum yaratmanın manivelası olma özelliği de var. En azından Türkiye bakımından bunu gözlemleyebiliyoruz. Değiştirilemezliğin laiklikle bağlantısı Türkiye’nin anayasa pratiğine bakıldığında, “Üniversitelerde başörtüsü yasağı, imam hatipler” ve benzeri daha çok ideolojik temalarda görünür oldu. Değiştirilemezlik kapsamında laiklik ilkesine aykırılık iddiasıyla anayasa değişikliği iptalinin tek örneği, lafzında başörtüsü geçmeyen, hatta eşitliği güçlendiren, ancak alt metninde ve gerekçesinde üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakmayı amaçladığı bilinen 10-42 madde değişikliği denetimidir. Koparılan onlarca yıllık kıyamete rağmen, bugün üniversitede başörtüsünün yasak olması gerektiğini savunan bir ana siyasi akım bulunmamaktadır. Kısacası Türkiye’de laiklik daha çok “bu kadar eşitlik fazla” ifadesinde yansıma bulan bir kaygı ve koruma güdüsünce belirlenmiş, ete kemiğe büründürülmüştür. Diğer yandan halihazır anayasa pratiğinde laikliğin özgürlük güvencesi boyutunun da altının oyulduğu gerçeğini not edelim.
O halde “değiştirilemezlik neyi koruyor?” sorusunun yanısıra “kim, değiştirilemezlikten ne bekliyor?” sorusu ile değiştirilemezliğin kapsamının değiştirilmesiyle kimin ne beklentisi var soruları da anlam kazanıyor.
Lakin bu sorular sorulmuyor, sorulsa cevapları kaçamak bir şekilde veya popüler kavramlarla maskelenerek verilmeye çalışılıyor. Yani çoklu benlik anayasanın değiştirilemez maddelerinin metninde görünür olduğu gibi, siyasal alanda da aynı şekilde kendini hissettiriyor. Ancak siyasal alandakine çoklu benlik/kimlik rahatsızlığı demek yerine “mürailik” demek daha doğru olabilir. Zira tartışmalarda ötekinin kafasını kırmak için kendi asıl amaçlar ortaya koymaktan, ne istendiği dürüstçe söylenmeksizin, popüler kavramları sopa olarak kullanma pratiği öne çıkıyor. Kimileri liberal kavramları kullanmak suretiyle illiberal amaçları takip etmekte, kimileri anayasanın etnik referans bileşenli katı merkeziyetçi yapısından başka bir tasası olmadığı halde değiştirilemezliğe dokundurtmam diye ortalığı ayağa kaldırabilmekte, kimileri de, anayasal düzen demokratik olmadığı halde militan /mücadeleci demokrasi gerekçesine sarılarak pozisyon almakta. Ama kabul edelim ki, mürailik Anayasanın değiştirilemez maddeleri içinde malzeme sıkıntısı çekmez.
Sanırım tam da işin mürailik boyutu bugün değiştirilemez maddeler tartışmasını bu denli cazip kılıyor ve siyasi hengamenin merkezine yerleştiriyor.
Şimdi bazı sorular sorarak ilerleyelim.
Anayasanın anlamı ve amacı nedir? Bir Anayasadan ne bekliyorsunuz ki, bu denli hararetle ve şehvetle tartışmanın içine atlamaktasınız?
Amacınız özgürce, onurluca, eşit bir şekilde, eşdeğerlice yaşamak ve bunun için devlet iktidarını sınırlandırmak ve rasyonelleştirmek mi? Yaşadığımız bu kabustan kurtulmak mı istiyorsunuz? Öyleyse gerçekten değiştirilemez maddeleri tartışarak bu amaca ulaşma imkanınız var mı kısa veya orta vadede?
Değiştirilemezliği bütünüyle ortadan kaldıralım hadi, ne değişecek hayatınızda?
Değiştirilemez maddeler daha çok semboliktir, bir amentüyü içerir, tarihsel, ideolojik, psikolojik kavramlar ve sembolleri öne çıkarır. Bunların nasıl uygulanacağı ve işleyeceği Anayasanın diğer maddelerinde düzenlenir, yaşam bulur. Devlet iktidarının sınırlandırılması ve temel hak güvenceleri, diğer maddelerde gerçekleşir. Yani esasen yasama, yürütme ve yargı iktidarının kimlerin elinde olduğu, nasıl düzenlendiği, denge ve denetim mekanizmasının bulunup bulunmadığı hususudur, hayatımızı esasen etkileyen.
Eğer erkler ayrılığının canına okunmuşsa, anayasanın diğer maddelerinde yapılan değişikliklerle, adını koyalım: türk tipi başkanlık rejiminin getirilmesiyle, yasama ve yargı da tek kişinin veya bir kliğin kontrolsüz güdümüne verilmişse, Meclis etkisizleştirilmişse, geçmiş olsun, anayasanın değiştirilemez ilkelerinden olan, “demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları, hatta laiklik” paçavraya çevrilmiştir zaten. Parti içi demokrasi hayata geçmemişse, devlet iktidarının “demokratik” bir şekilde kullanılması mümkün değil. Değilse, değiştirilemez maddelerinde demokrasi yazsa ne olur, yazmasa ne olur.
Anayasanın yaptırımı olan mahkemeler ve yargısal kurumlar tasfiyeler ve partizanca atamalarla bağımlı hale getirilmişse, değiştirilemez maddelere dokunma/dokunmama tartışması en iyi ihtimalle benlik yarılmasının bir ifadesidir. Zira kötü niyetli bir gündem manipülasyonu, toplumsal manipülasyon da olabilir, çağın gerisine düşmüş, çağı veya olanı anlamakta artık yetersizleşmiş “eski”nin nostaljiye tutunma psikolojisine de işaret edebilir, ki sembolik tartışmalarda bu çokça gözlemlenen bir durum.
Bence bırakalım bu değiştirilemez maddeler tartışmasını. Parti içi demokrasiyi zorunlu hale getirelim, parti iradesini tabandan tavana doğru oluşturup, lider sultasına son verelim, parlamento seçimlerinde ön seçimi zorunlu kılalım, TBMM içtüzüğünü değiştirerek denetim gücünü arttıralım ve Meclisi liderlerin hezeyan ve illüzyonlarından kurtaralım. Ortaya çıkacak barış ortamında çok daha sağlıklı tartışmalar yapabiliriz, mürailikten uzak, temel sorunun farkında olarak…
Hem değiştirilemez anayasa maddelerini değiştirme gibi hukuken imkansız bir meşgalede boğulmayız, hatta değiştirilebilir anayasa maddelerinin değiştirilmesi gibi, imkansız olmasa da zorlu süreçlere de girmemize gerek kalmaz. Çok basit bir kaç kanun ve içtüzük değişikliği yeterli.
Amacımız “demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü” ise, tartışmayı bu şekilde sahici bir zemine çekmekle başlayabiliriz.